Eskiden, daha yazacak hiçbir hayat deneyimim yokken, okuduğum kitaplar kütüphane değil sadece raf doldururken ne güzel yazılar yazardım. Sevmezdim ama yazı yazmayı, hala da sevmem.. Aklıma geldikçe ellerim değil çenem çalışsın, bir makine kaydetsin ya da biri benim yerime yazsın ister(im)dim. İşte bu yüzdendir hala orta birinci sınıfta başladığım günlüğüme devam edebilmem. E şimdi bir de teknoloji dünyasına açıldım; kalbim kadar beyaz (!) kalır o sayfalar artık.
Ne garip! Çok kalabalık bir dünyaya yazı yazıyorum herkesten ve her şeyden kaçmak için. Ne garip! Yazıyorum ama kimse okumasın istiyorum. Ya da beni bilenler okumasın, yargılayacaklar okumasın, beni anlamaya çalışmayanlar yerine değiştirmeye çalışanlar okumasın istiyorum. Hiç bilmeyenler okusun. Çünkü en yakını bilmezken karşısındakini, görmezken, anlamazken; çok uzaklarda hiç bilmeyen biri okur, tanır belki. Anlaşılmak değil sadece dinlenmek istiyorum bazen; yorum ya da yargılama olmadan. Çok neşeli bir anımda çok hüzünlü yazdığımda "Neden, ne oldu ki?" diye sorulmasın istiyorum. "Bunu bana mı yazdın, bir şey mi demeye çalışıyorsun?" "O cümleyi neden yazdın?" diye sorulmasın istiyorum. Aslında ben belki okunmak bile istemiyorum, sadece yazmak istiyorum. İnsanların kafalarında bana ayırdıkları koltuğa sığmaya, oturmaya ya da onların beni sığdırmasına çalışmak yerine hiç tanımayanların kafasına ben kendi koltuğumla girmek istiyorum. Sonuçta ben herkesin istediğini istiyorum: Değiştirilmemek, kabullenilmek. Etrafta çeşit çeşit insan varken, o koltukta keyif çatacak insan varken benim hamurumla oynamak neden?
İşte tüm bunlar yüzünden bir sır olacak bu blog. Sırdaşlar ve tesadüfen görenler, okuyanlar bilecek. Beni yargılamayacaklar bilecek. Ve biliyorum ki; bilmeyenler öğrenince çok kızacak, yine yargılayacak.
Nasıl döngü ama !!!